Menü
içinde

Her Şeyi Zamana Bıraktık, Zamanımız Var mı?

“…Ev yok pek. Apartman hele hiç yok. Göz alabildiğine tarla. Papatyalar, gelincikler. Haydi be sen de! Ne diye ölecekmişim. Matticiğimle güzelim dağ yolunda çekirdek yiyerek, konuşa gülüşe eve gitmek varken?

Şimdi dönüp geriye baktığımda, hep çekirdek misali umutlar peşinde ayakta kalabildiğimi görüyorum. Öleceğini bile bile bir çekirdek uğruna bu kadar çaba, çırpınma değer mi? Bir şey yap! Met’i anımsıyorum, sevgili Aziz Nesin’i, içim ısınıyor yeniden. Kalk hadi, durma, koş, bir şeyler yap. Yaşa. Dur diyorlar bir yandan da koşma… Yeter dinlen artık. Koşma. Öl artık! Ama çekirdeklerim bitmedi ki daha…”

(Ahmet Şerif İzgören, Şu Hortumlu Dünyada Fil Yalnız Bir Hayvandır.)

İnsanın, hayatı algılayış, yaşayış biçimi, kurduğu ilişkiler çoğu film ve kitaba konu olmuştur. Belki 15.yy’da yaşayan bir insanla, günümüzde yaşayan birey ortak bir derdi paylaşıyor olabilir. Ortak kaygıları olabilir, hayatı anlamlandırma çabasını Tolstoy’un “İtiraflarım” kitabında sorguladığı gibi sorgulayabilir. İnanç arayışlarına gidebilir, içinde bulunduğu sınıf sistemi içinde kendi yerini bile arıyor olabilir. İktidarın her yerdeliği ve bütünlüğü günümüzde en şiddetli biçimde varolmuş gibi öğretiliyor. Ancak gözlerimizi açalım, iktidar her zaman her koşulda bizimleydi. Karı-koca ilişkisinde, işveren-işçi ilişkisinde, güzel-çirkin ilişkisinde… hep içimizdeydi.

Birey, toplumla ve kendisiyle mücadele ederken rutine bağladığı hayatında aslında neleri kaçırıyor olabilir, hiç düşündünüz mü?  Toplumun telepatik kodlarla işlediği aile olma dürtüsünü, topluma verimli olma, anne- baba- arkadaş olma, işverene sadık olma gibi özneleri, kendi hayatına işleme çabası içindeyken, kendisini nereye yerleştiriyor?  Her şeye koşturmanın getirdiği verimli olma çabası içindeki verimsizliğiyle nasıl mücadele ediyor?

 İktidarın topluma işlediği kodlardan, geleneksel kalıplardan uzakta bir dünya düşünmek oldukça ütopi geliyor olabilir. Ancak zamanın su gibi akıp geçtiği bir dönemde, birey aslında zamanı elinde tutarak yaşamına şekil verebilir. Kaderinin kapılarını kendisi açtığı müddetçe hayatın gerçek tadına erişebilir. Gerçekten düşünmeye vakit ayırabilir, düşünebilecek ve sorgulayabilecek bir zaman mümkün kılınırsa.

Birey için, zamanın en hızlı, rutin ve verimsiz geçirildiği dönemin, iş hayatının başladığı süreç olduğunu söylersek yanılmış olmayız. Yeterince iyileştirilmeyen işçinin hakları, ne yazık ki çalışan bireyin kendine, ailesine verimsiz bir hale gelmesine yol açıyor. Birey iş hayatındaki olumsuz çalışma koşulları sebebiyle, hayatında arzuladığı, gerçekleştirmek istediği her şeyi ötelemiş oluyor. Başkasının kazancı ve mutluluğu, kendi zararı haline dönüşüyor.

Sistem bir tarafın aşırı zengin olmasını sağlarken, diğer tarafın emeğini, zamanını, gerçekleştirmek istediği hayallerini çalmış oluyor. Bu zorundalık, bireyin kendi zamanının kuklası olmasına yol açıyor.

Yukarıda da değindiğim gibi, eski yüzyıllarda yaşamış insanlarla arada çok ortak bağlarımız mevcut. Günümüzde kavramların sadece yeni bir kelime değişimden ibaret olduğunu görmek güç değil. Şimdinin geçmişteki kölelik sisteminden tek farkı, bireyin köleliği bilinçli olarak kabullenişi. Aylık olarak kendisi para karşılığında firmalara kiralayarak onların rantı uğruna, sınırlı kural özgürlüğü ile birlikte ömrünü işverenine adaması. İşte size modern kölelik. İşte insanın hayatı yaşama ve algılayış çabasının asıl yitiş sebebi, işte size ploreterya zamanını bile çalan sistem öğretisi.

Her şeyi zamana bırakanlara, gün içerisinde kendisine hiç vakit ayırmayanlara sesleniyorum. Ya hiç zamanınız yoksa?

Yorum Bırakın

Exit mobile version
Araç çubuğuna atla