
“Delinince at ve yenisini al. Yama artarsa refah düşer. Doğru değil mi? Onarmak, antisosyaldir.”
(Aldous Huxley, Cesur Yeni Dünya)
İnsanlık, tarih boyunca akla hayale gelmedik dehşet dolu hikâyeleri topluma bir ders niteliğinde sunmayı başarmıştır. Otuz Yıl Savaşları, Haçlı Seferleri, fetihler, barışlar… Hepsi toplumda kronik, duygusal bir düğüm gibi kolektif acılar ve mutluluklar oluşturmuştur. Tüm, bu yıkım ortamı her insanda elbette farklı bir duyguyu yansıtacaktır. Toplumdaki hiyerarşik düzen, proletarya dediğimiz emeğini ücret karşılığında kiralayan sınıfa korku ve endişe verirken, burjuva dediğimiz kesime mutluluk ve huzur sağlayabilir. Her savaşın/barışın bir kazananı ve kaybedeni elbette olacaktır. Ancak asıl mesele tüm bu döngüde insanlığın, kayıpların ardından oluşturmayı hedeflediği yeni dünya düzeni ve bu düzene ayak uyduranlar/uydurmayanları oluşturan kesimin vereceği reaksiyonların öngörülemezliliği altında oluşturacağı davranışlardır.
Günümüzde yönetenler ve yönetilenler olmak üzere iki sınıf bilinci mevcutken, tüm dünya nasıl aynı anda aynı şeyi yapabiliyor? Küreselleşme ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte, yöneten kesim, dış görünüş, tüketim, duygusal davranışlar, bireyselleşme ve illüzyon mutluluk konularında yönetilen kesimi epey bir etkiledi. Öyle ki artık herkes sosyal medyada sadece mutluluğunu paylaşıyor ve herkes mutlu olmak zorunda algısı oluşturuluyor. Herkes, herkese ait ve her konuda bilgi paylaşımı mevcut. Peki, bu kolektif bilinç toplumda, asıl farklı düşünen ve farklı fikirleri biraraya getirip çeşitli faydalı/faydasız yenilikleri ortaya koymaya çalışan, yeni, düşünsel, zihnin içinde her farklı odacığı değerlendiren kesimi bir kenara atıyorsa…

Çoğunluğun aynılığı ve sakinliği, düşünen ve sorgulayan bireyi toplumda gürültülü olanmış gibi gösterebilir. Sorgusuz, hemfikir olma hali ve birlikten doğan tep tip insan topluluğu ise, insanı, insan yapan farklı fikirlerden oluşan bütünsel aşamayı yok edebilir. Çoğu zaman muhalif olmak, alternatif bir hipotez üretmek, toplumda yanlış veya eksik bilinen doğruların ortaya çıkmasını sağlarken, çok sesli olmak neden tek sesliğe indirgeniyor.
En nihayetinde tartışmalarda çıkan yeni teoriler bir uzlaşıya bile yol açıyorken, insanlığı sadece mutlu olun temasına iten bir tema distopik bir paradoks değilse, ne?
Sabit bir fikrin uzun vadeli direnci, azınlıkların ritüelleri, toplumda oluşan dini, sosyal cemaatler, işçi ve işverenler gibi öznelerin varlığı, kötülükle beslenenler, iyiliği ve faydayı önceliklendirenler… aslında bireyin kendi özünün oluşmasını sağlayan, temel ilkeler ve bu ilkelere olan sürdürülebilir bağımlılık ve inanç, kişiyi, bahsedilen, illüzyon mutluluğa sürükleyen kolektif bilinçten kurtarabilir. Tıpkı Pluribus dizindeki Carol gibi, onun toplumsal yapıdaki öznesi mutsuzluk iken, herkesin aynı olduğu dünyadaki öznesi insanlığı kurtarmak. Çünkü herkes, herkese ait değildir. Herkes zoraki, baskıcı mutluluk teması yüklenemez. İnsan iradesiyle yaptığı seçimlerle duygularını yönetir ve yönlendirir. Her düşünce kendi içinde biriciktir ve topluma kaynaşıp şekil aldığında bu fikir bir anlam kazanır.
Sıklıkla bir sürüye dahil olmak mı, özgür iradeyi tüm katı öznelere rağmen kullanmak mı? Seçim sizin…