B7N52B Who stole the people's money? 'Twas him. Thomas Nast cartoon about Tammany Hall corruption, 1871. Hand-colored woodcut
içinde

İnsanın Dünyadaki Hayatı Mücadeledir.

B7N52B Who stole the people’s money? ‘Twas him. Thomas Nast cartoon about Tammany Hall corruption, 1871. Hand-colored woodcut

“Çağımızın parolası, yaşamayı denedim ama dikkatim dağıldı.”

(Johann Hari, Çalınan Dikkat)

İnsan ne için yaşar? Gerçekten unutulmamak için mi? Yoksa bir nehirde sürüklenir gibi bu hayattan hızlıca akıp gitmek için mi? Yani, hepimiz, gerçekten bu Dünyada bir iz bırakmak istiyor muyuz? Gelecek nesillere bir şeyler aktarmak niye bu kadar değerli? Ya aktardığımız tüm değerleri yanlış anlarlarsa?

Geçtiğimiz günlerden beri kafamı kurcalayan birçok soru var, henüz hiçbirisinin yanıtını bulamadım. İnsan gerçekten ne ister bu hayattan, bir şeyleri tükettiği zaman, yeni şeyler öğrendiği zaman, her gün geçtiği sokağa farklı baktığı zaman ya da hayaline gerçekten eriştiği zaman mutlu olan var mı? Mutluluğun bile her gün tanımı değişirken, mutluluğa koşuyor olmak düşüncesi ya kocaman bir yalansa.

İnsanların hep olmayan şeyleri istediği ya da olanı bir şekilde reddettiği şeyleri farkettiğiniz de kaç yaşındaydınız. Mesela teknoloji kullanımı, sırf birkaç kişi kötüye kullandı diye herkes bir dönem köylere yerleşip domates büyütmek istemedi. Hatta, ben bile! Sonra dedim ki neden kendi faydama olan ve kişisel irademle yönetmeyi beceremediğim eylemler için toplumu suçluyorum hatta suçluyoruz. Ve neden bir eylemi bir kişi yanlış amaçlarla kullandı diye hepimiz “Aaa bak bu çok kötüymüş ya” cümlesine sığınıyoruz. Bir dakika henüz denemedik bile.

Johann Hari’nin hayretler içinde okuduğum Çalınan Dikkat kitabında tuşlu telefonu tercih ettiği ve yıllar sonra çevrimdışı olmaya direndiği için eleştirildiği Dünyanın yıllar öncesine gittiğimizde o teknolojiyi kullanmak için deli olduğunu görebiliriz. Eylemlerimizi değiştirirken ya da doğruluğuna ikna ettiğimizde kendimizi çevremizde bir güruh oluşturma görevi, ilahi bir misyon gibi yükleniyor. Halbuki her şey ne kadar değişken ve hızlı ve durdurululamaz.

Bizzat kendimin 20’li yaşlarına şu soruyu sorsaydım “Sence aşk nedir?” çok farklı bir yanıt alırdım. Üzerine uzun uzun düşünürdüm ve saatlerce belki aynı konu üzerinde arkadaşlarımla konuşurdum. Şimdi kendime soracağım sorular bile farklı olur “sence bu yıl zam alır mısın?” sorusu ve aynada bakıştığım ben, hayallerimle baş başayım.

Her şeyin sınıfsal olduğu bu dünyada tüm soyut duyguları yaşamanın da sınıfsal olduğunu anlamak, biraz acıttı doğrusu. Mutluluğun, sevginin, ahlakın bireye bağlı olduğunu ve insanın  kendini bir şekilde yetiştirdiğine inanırdım. Ancak ailenin hakikaten en temel yetişme yeri olduğunu, aynalama yaparak aslında anne- babamızın iyi ve kötü huylarını istemeyerek de olsa belki kopyaladığımızı, toplumun bizi acayip tükettiğini, bu tüketime ayak uyduramadığımızda cidden bir şekilde ucube bir farklılıkla toplumdan dışlanabileceğimizi yeni kabullendim. Ne istiyorlarsa onu yapıyoruz. Şöyle sevin diyorlar öyle seviyoruz, onların istediği gibi sevmediğimizde dışlanıyoruz. Onların istediklerini almadığımızda ayak uyduramadı oluyoruz. Doğal seleksiyonu tek sınıf hariç her yerde tıkır tıkır işletiyoruz. Ve cidden bu toplumda unutulmamak ve iz mi bırakmak istiyoruz. Hem de bu kadar değişken bir topluma… bir gün bizi destekleyeceklerini ve fikrimizi doğru kabul edeceklerini ümit ederek. Santimantalist bir ütopya!

Ne düşünüyorsun?

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir