“Zamanın ve mekânın değiştiremeyeceği bir zihin taşıyanı. Zihin kendi başına mekândır; Kendi içinde cenneti cehennem kılar, cehennemi cennet.”
(John Milton, Yitirilen Cennet)

Âdem ile Havva’nın büyüleyici ve destansı hikâyesi, yıllar içinde hem dini hem toplumsal şekilde çeşitli metaforlarla anlatılarak insanoğluna sunuldu. Yasaklı meyvenin yenilmesiyle birlikte yeryüzüne günahın ve ölümün gelmesi, Âdem ile Havva’nın Bilgi Ağacı olarak anılan ağacın meyvesine dokunmamaları buyrulmuşken, özgür iradeleri ile meyveyi yemeleri, iyilik ve kötülüğün asırlardır insanlar arasında dolaşması ve en nihayetinde, ebedi saadetten yoksun bırakılan insanın, zaaflarına yenik düşmezse yine ebedi saadetle ödüllendirilmesi paradoksu. John Milton, tüm bu süreci Tanrı’nın gizemli yollarının meşruiyetini ortaya koymaya ve onun tüm eylemlerinin gerisinde bir ilahi adaletin saklı olduğuyla açıklıyor. Aynı zamanda Milton,” Tanrı, şeytanı gururlu ve kibirli yaratırken onun isyan edeceğini bildiği halde neden izin verdi ve insanı neden ebedi saadetten yoksun bıraktı” sorusunun yanıtını da özgür irade, düşünmek, inanmak gibi kelime öğelerinin gücünden faydalanarak açıklıyor. Milton’nun “Bana bütün hürriyetlerden evvel, bilmek, düşünmek, inanmak ve vicdana göre konuşmak mertebesini veriniz” sözünden insanın dünyaya geliş amacının ilahi bir sebebi olduğunu ve bu ilahi sebebe hizmet etmek olduğunu anlayabiliyoruz.
İnsanoğlunun, bu ilahi sınavı geçmeye çalışırken öğrendiği yaşam yolu ve bu yoldaki deneyimlerini paylaştığı temel, aynı zamanda soyut örnekler ise, telepatik bağlarla topluma geçerek, bireyin ve bağlı olduğu yapının şekillenmesini sağlıyor. Birey, iyiye yönelmeye çalışırken kötünün içinde kendini bulduğunda aklına Milton’un ilahi adalet anlatısı değil, arkadaşının yaşadığı deneyim gelebiliyor. Atalet duygusuna büründüğünde ise, çevresinde tüketmek için çalışan bir yığınla göz göze gelerek kendine gelebiliyor. Mesleğiyle ilgili bir ödül kazandığında gururuna yenik düşerek kibirli bir insana dönüşebiliyor.

Soyut duyguların tecrübesi ve yanılgısıyla, yaş aldığı her dönem içerisinde mücadele eden insanoğlu, özgür iradesini kullanarak, zaaflarına yenik düşerek ya da düşmeyerek doğru zamanda sürekli doğru eylemleri gerçekleştirebilir mi? Ego Tanrı’ya meydan okurken, şeytan kravat takarak özgeçmiş okurken, modern çağda bireysel başarı, özgürlük, kibir ve ahlaki çöküş müthiş bir arzuyla pazarlanırken, insan içindeki aydınlığı görebilir mi?
Modern birey “içerisinde büyüyen karanlık gölge” yi farkedemiyor. Kibir, narsistlik, modern bireyin Tanrı rolüne soyunması, yargıçlığı kendi üstüne alması, ahlaki değerleri araçsallaştırması… bireyin bir başarıdan çok vicdan muhasebesini kaybetmesine yol açıyor.
Âdem ile Havva metaforundan yola çıkarak geldiğimiz, şeytanın Tanrı’ya isyanı ile başlayan ebedi saadetten uzaklaşma sürecindeki şeytan metaforu, modern dünyada bireyi kandırmıyor, onu kendisine anlatıyor, sürekli başka bir maskeyle hem de. Modern çağın anahtar kavramları olan özgür irade, sorumluluk, arzu, vicdan, başarı, yükselmek gibi bireyi tetikleyen durumlar bazen kötü sonuçlar doğurabilir. Ancak asıl kötülük tecrübenin getirdiği kötü sonuç değildir. Bu kötülüğe karşı savaşmamak, onu rasyonelleştirip içselleştirmektir.
Öyle ki şeytan hiçbir zaman cehennemde beklemez. İnsanoğlunu en çok istediği yerden yakalar.