Hayattan Bir Hikayenin Hayal Gücüyle Buluşmuş Hali: PERFECT BLUE
Hayattan Bir Hikayenin Hayal Gücüyle Buluşmuş Hali: PERFECT BLUE
içinde , , , , ,

Hayattan Bir Hikayenin Hayal Gücüyle Buluşmuş Hali: PERFECT BLUE

Hayattan Bir Hikayenin Hayal Gücüyle Buluşmuş Hali

Bir dönem her çocuğun hayali olan, televizyonlarda çıktığı zaman gözlerimizi kırpmadan izlediğimiz anime dizileri vardı. Benimkisi Ay Savaşçısıydı arkadaşımın Pokemon vs. İleriki yaşlarımızda ise,aslında bu anime dizilerinin anlattığı hikâyelerin çok farklı olduğunu anlayacaktık.

 Evet, o zaman tam da şu an!

Anime film ve dizileri, sinemaya uyarladığımızda çok daha farklı tarzda görsel bir haz yaşattığını söylersek yanılmış olmalıyız. Bu muazzam görselliğin birçok film ve dizi yapımcısına ilham kaynağı olması ise, söylemimizi haklı kılıyor. İnsanların, izlediğinde hayal güçlerini açmakla birlikte insanüstü hareketlerin içeriklerde olması, kurguyu daha da ütopik hale getiriyor. Animelerin bu özelliği ise, sinemanın aslında tam olarak nasıl kullanılması gerektiğini anlamamızı sağlıyor. Başlarda elbette klişe olan iyi ve kötünün savaşı anime dilinde ancak böyle muazzam anlatılabilirdi. Öyle değil mi?

Peki, asıl konuya odaklanmamız gerekirse, Perfect Blue bize ne anlatıyor, neye odaklanmamızı sağlıyor?

Başlangıçta pop idolü olan bir kızın hikâyesiyle karşılaşıyoruz. Bu kızın menajeri kızın aslında sinema sektörüne daha uygun olduğunu düşünüyor ve kızcağızı bu sektöre sürüklüyor. Dizi çekimleri başlarken esas kız, kendisine uygun olmayan birçok şey yapıyor ve sürekli pop idolü olan karakteriyle baş başa kalarak yüzleşiyor. Bu yüzleşmenin gerçek olup olmadığını anlamakta güçlük çekiyorsunuz, izlerken.

Ancak bu yüzleşme kısımları gerçekleşirken öyle şeyler oluyor ki gerim gerim geriliyorsunuz. Kızın çevresinde dolaşan ve pop idolü olan haline aşık olan bir psikopatın kızı öldürmeye çalışması mı dersiniz, kızın yükselmesini sağlayan kişilerin bir bir ölümüne mi dersiniz, yoksa o yüzleşme sahnelerinin gerçeklik payının çok yüksek olmasına mı dersiniz, bilemem…

Zaten filmin sonunda ne oldu, kim katil, öldüren gerçekten kim, akıl hastanesindeki kız kim bir anlamıyorsunuz. Kafanızda bin bir türlü soru işareti bırakarak bitiyor film.

Herkes Inception’u anlamadığını düşünürdü önceden. Öyle değil mi?

Ne düşünüyorsun?

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    1. Son olarak benzer durumda iki film İnception(Başlangıç) ve Shutter Island(Zindan Adası) filmleri var. Birinin yönetmeni Martin Socersese(Zindan Adası), diğerinin yönetmeni de Christopher Nolan(İnception). Sonlar muamma gibi görünüyor. Aslında son muamma gibi gözükse de senarist ve yönetmen filmi izleyenlerin hayal gücünün yanında bakış açısıyla filmin finalini kendi kafasında yapmasını istiyor. Her insanın yorumlama şekli tecrübesi kadar olduğu için belki de filmin orjinal finali o kadar etkili olmayacak. Çünkü herkes aynı alt yapıya sahip olmadığı gibi aynı şekilde de yorumlayamaz. Burada izleyen her kişi filmin finalini kendi içinde kendi kurallarına göre yaptı. Bu olay bu iki filmi de hala konuşulan filmler arasına sokmaya yetti bile.

      “Zaten filmin sonunda ne oldu, kim katil, öldüren gerçekten kim, akıl hastanesindeki kız kim bir anlamıyorsunuz. Kafanızda bin bir türlü soru işareti bırakarak bitiyor film.” Buradaki cümle de bir nevi bu iki filmin paralel özeti gibi. Bu tip yapımları seviyorum. Bu tip yapımlara yapılan yorum ve eleştirileri de seviyorum. Yazı için teşekkürler özgür, güzel bir konuydu.

    2. Anime kültürünün henüz gelişmediği Türkiye’de bile çok izlenenler vardı. Mesela arkadaşınızın sevdiği Pokemon gibi. O dönemlerde Pokemon’u bilmeyenin olduğunu düşünmüyorum. Pikaaa pikaaa pikaaa chuuuu diye ortalıklarda gezinenlerdendim ben de kabul ediyorum. 🌙🤚🏻