“Popülist zeminde siyasette “Kazanan her şeyi alır” zihniyeti demokrasinin temel ilkesi olarak pazarlanmaya çalışıyor. Hakikatin önemsizleştirilmesinin bulanıklaştırdığı bu sularda, sahteler, gerçeklerin yerine geçip, gerçekleri sahteymiş gibi sunuyor.”
(Yalın Alpay, Yalanın Siyaseti)
Modern dünya birçok kez farklı düşünce akımlarını kullanarak insanları birkaç parçaya böldü. Bazen çok dindarların zamanı dediler bazen aşırı solcular ülkeyi yönetmeli dediler. Ancak belli bir kesim hep bu düşünce akımının liderleri tarafından beslendi, birileri alt kesimi yönetti sürekli ve sürekli olarak. Hem de belirli bir kelimenin empoze edilmesiyle.
Kimlik siyaseti ve orta kesimin dindarlığı Türkiye’de her zaman işe yaradı. Dindarlığın hitabet sanatı ile birleştirilmesi ve toplumun motivasyon dinamizmini arttırması, bazen hiç istenilmeyen şeylerin yaşanmasına yol açtı. Toplumda, insanca yaşama dair tüm davranışlar azalırken, etiket öznesi ile yaşatılmaya çalışan bir toplumun oluşması, insanları nefrete, ayrıma, düşmanca yaşama sürükledi.
Geçmiş dönemlerde düşünürler anlaşılacağı üzere bazı liderlerin retorik güçlerine hizmet edilmemesi adına uyarılar yapmışlar eserleriyle. Bakınız: J.J Rousseau devlete bir kutsallık atfetmenin oldukça tehlikeli olduğunu öngörmüş olacak ki devletin yalnızca adalet ve güvenliği sağlaması yönünde tedbirler alınmasını önermiş. Ancak günümüzde öngörülenin aksine kutsallaştırılmış devlet ne adaleti ne güvenliği sağlayabiliyor. Öyle ki, devletin sağlayamadığı adaleti çeşitli televizyon programları ( Müge Anlı ile Tatlı Sert) insanların haykırışlarıyla sağlamaya çalışıyor. Kadınlara yönelik taciz, tecavüz, şiddet adalet boyutunda işlenen suçlar hiçbir ceza almazken twitter üzerinden açılan hashtagler ile cezai işlemler başlatılabiliyor.
Türkiye’de adalet tanım olarak, haksızlığa uğrayan insanın çıkaracağı en yüksek ses haline geldi.
Günümüzde, Devletin müthiş kutsal sayılması, hiyerarşik bürokrasiyi benimsemesi ve sadece ceplerine giren sıcak parayı düşünen kesim ile işbirliği sağlaması, toplumla empatiden uzak yaşaması, kendi rahatlığından ödün vermeyerek sadece halktan kısıtlama taleplerinde bulunması, yalnızca arkasına tek bir kesimi alması ve bu kesimin manevi duygularını kullanması, genelden özele kadar kendi çıkarlarına ters düşen büyük sermaye liderlerini, yeni mezun insanları, işsiz insanları kullanarak hepsini aynı etiketsel ayrımcılığa sürüklemesi toplumda geniş anlamda huzursuzluğa yol açarak bireylerde bir güven boşluğu oluşmasına yol açmıştır.Oluşan güven boşluğu ise, insanları yeni ideolojik kavramlara tutunmaya iterken bambaşka bir paradoksun içine sürüklüyor. Oysaki çözüm yolu çok açık ve oldukça basit.