“ Karanlıktan aydınlığa kavuşacaktım. Bu yolu umutla, sevinçle kazmış, kendimden de bir şeyler katmıştım. Bir çırpıda yüreğimle açtığım bu yolu kapatmak, ağır ağır dönmek, vazgeçmek zor geliyor biraz, elbet yüreğim sızlar. (…) Bak Milena, “En çok seni seviyorum’” diyorum, ama gerçek sevgi bu değil belki, “Sen bir bıçaksın, ben de durmadan içimi deşiyorum o bıçakla” dersem, gerçek sevgiyi anlatmış olurum belki.”
(Franz Kafka, Milena’ya Mektuplar)

Elinden gelen her şeyi yapıp güzelleştiremediğin ve mutsuz olduğun yerleri terk etmek seni bencil, kötü bir insan yapar mı? Tasavvuf inancına göre, acı insanın eşlikçisi gibidir. Bu sebeple mutsuzluk aslında insanın kendi iradesi ve biraz da yolda karşılaştığı durumlarda yaptığı/yapacağı seçimlerine bağlıdır. İnsanın kader çizgisinde başına gelen durumlar ve yapmış olduğu seçimler kötü sonuçlar doğurabilir ve elbette acı, tasavvuf inancına göre, insana bilgelik, yaşam gerçekliği ve iyileşme yolculuğu katabilir.
Soyut duyguların hızlıca tüketildiği, sahte, yapay ilişkilerin oluştuğu ve normalleştiği günümüzde acı hissini deneyimleyebildiğimiz için şanslı sayılabilir miyiz?
Ve gerçekten hisleri –hala- varolan bir birey olarak yaşamak günümüzde bir dezavantaj mı?
Hayat koşturmacası, kariyer telaşı ve yetmeyen zaman döngüsünde, insan, kendini bile unutmaya hevesliyken, yaşam enerjisi, üretme ve öğrenme hevesi olan, zamanının kıymetini bilerek yaşayan insanlar gerçekten normalin dışında bir dönüşüm yaşıyor. Tıpkı Franz Kafka’nın Dönüşüm kitabında bahsettiği “ Böylesi bir yaşamda mucizeler değil, yalnızca kullanma talimatları, doldurulacak başvuru formları ve kurallar var. Özgürlükten ve sorumluluktan korkuyorlar. O nedenle insanlar, kendi yaptıkları parmaklıkların ardında boğulmayı yeğliyorlar.” Ruhlarındaki bu yapay dönüşümün farkında olmayan ve kendi yaptıkları hapishanelerinden çıkamayan insanlar, normalin dışında kalan insanları yabancılaştırıyorlar. Hâlbuki hayat tek bir plana bağlı kalmak için oldukça değişken.
Farklı olandaki güzelliği almak, içselleştirmek ve kendine o farklılıktan bir pay almak yerine, dışlayıp, ötekileştirip, yabancı hale getirip herkesleştirmek insana yapılmış en büyük kötülük olmaz mı? İnsan kendisine yabancı yapayalnız hissetmesine neden olacak bir güruhta olmayı doğası gereği tercih edemez. Ah hâlbuki insan denen çalgı- nasıl bir çalgı olursa olsun- nasıl uyumlanırsa uyumlansın ondan dinlenebilir bir şeyler çıkarmak daha tercih edilesi bir olasılık değil mi?