içinde

Uluslararası Aktörlerin Büluğ Çağı

…Ortaya çıkan sonuç şu ki, bu siteler bize üzerine tıklayacağımızı bildikleri/tahmin ettikleri bağlantıları gönderiyorlar. Bunu da çoğunlukla yanlış bilgilendirilmemizi ya da şaşırılmamızı, şok edilmemizi ya da önyargılarımızı yaymamızı sağlayan sahte haber aracılığıyla yapıyorlar. Ancak önümüze sürekli olarak kendi dünya görüşümüzle ve ilgi alanlarımızla alakalı ve kendi önyargılarımızı onaylayan gönderilerin düşmesi, bir süre sonra bizleri gerçek dünyadan koparmaya başlıyor ve internetin sonsuz özgürlük vaat eden ütopyası içerisinde bir distopyaya, tamamıyla kendi içimize kapanan bir cendereye girmemize neden oluyor…

(Yalın Alpay, Yalanın Siyaseti)

Uluslararası sistemde meydana gelen herhangi bir değişikliğin, sistemde var olan ve gücü elinde bulunduran aktörleri etkilediğini yaptığımız okumalardan görebilmekteyiz. Geçmişte yaşanan savaşlar, ekonomik buhranlar, bölgesel güç olma çabaları gibi olaylar, değişimle birlikte yeni kavramları beraberinde getirmiştir. Özellikle Soğuk Savaş dönemi bir propaganda savaşının habercisi olmuştur.

Devletler, medyanın gücünü kullanarak, muhalif devletin varlığını siyasi, ekonomik ve sosyal alanlarını karalama politikası ile gücü elinde tutmaya çalışmıştır. Propaganda savasının en güçlü unsurları olarak değerlendireceğimiz kavram ise, kimlik siyasetinin kullanımının yaygınlığı olacaktır. Devletler, muhalif devletin içinde var olan farklı milletleri ve inanışlarını kimlik siyaseti perspektifinde, militarist bir boyuta taşıyarak, muhalif devletin iç karışıklık içinde, dış politikayı kaçırmasını hedeflemiştir.

Türkiye ile Yunanistan arasında tarihin ön safhalarında gerçekleşen kimlik siyaseti, güncel politikaların karar aşamasında kendisini göstermektedir. Birçok kez savaşan ve yakın dönemde savaşın eşiğine gelen iki devlet, günümüzde-hala- Doğu Akdeniz ve Adalar (Ege) Denizi konusunda,  barışçıl bir politika izleyememektedir. Bu maksimalist politikayı yalnızca Atina ve Ankara odaklı takip etmemekte fayda vardır. Nitekim, Doğu Akdeniz sorunu tartışılırken, Akdeniz’e hakim olmak isteyen devletlerinde taraf tutmaları, meseleyi iki devletin kendi arasında bir çözüme kavuşturamamasına yol açmıştır.

Yunanistan’ın bölgedeki en büyük gücü AB’nin verdiği destek gibi gözükebilir. Ancak Türkiye’nin Akdeniz konusundaki istikrarlı duruşu, birliğin Türkiye konusunda aldığı kararların ılımlı hale dönüşmesine ve TR’nin tekrar Akdeniz’e hakim olması düşüncesinin baş göstermesine yol açmıştır.

Yunanistan başbakanı Miçotakis’in Akdeniz konusundaki saldırgan ve Türkiye’yi karalama politikası yolunda yaptığı açıklamalar karşısında yanıtsız kalmayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın  “Haddini bil. Bu şekilde gitmesi halinde masaya oturamayız. Neyinize güveniyorsunuz ya? Güvendiğin dağlara kar yağdı kar. Çılgın Türkleri iyi tanıyacaksın” ifadesini kullanması Yunanistan’ın elindeki desteğin yetersiz olduğunun bir göstergesidir.

Doğu Akdeniz meselesinin en başından bu yana Türkiye’nin realist retoriği görüldüğü üzere Akdeniz’de hakim olmaya çalışan devletler tarafından antipatik bir şekilde yorumlanmıştır. Türkiye ile masaya oturulmadığı müddetçe rakip siyasi dilin, kara propaganda ile döneceği ise aşikardır.

Devletlerin, Akdeniz konusunda ilerlemeleri, ancak barışçıl müzakere yolunu seçmeleri ile gerçekleşebilir.

Ne düşünüyorsun?

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir